5 Ekim 2015 Pazartesi

The Lobster



Her daim Dogtooth/Kynodontas (2009) ile anılan Yunan yönetmen Yorgos Lanthimos'un Cannes'dan Jüri ödülüyle dönen son filmi The Lobster kuşkusuz bu oldukça farklı kafadaki yönetmenin aklındaki gariplikleri keşfetmek açısından büyük heyecan uyandırıyordu.Yönetmenin ingilizce dildeki ilk filmi olan yapım bizi bambaşka bir distopyadan garipliklerle selamlıyor.Son derece orijinal ve sivri zekalı senaryosuyla The Lobster kara mizah yüklü bir Lanthimos dünyası.Bu dünyada ilişkilere,aşka,yalnızlığa ve insan olmaya dair kendi dünyamızla bağdaşlaşan birçok şey bulmak mümkün.



The Lobster bizi bekar bireylerin yeni bir ilişki kurması için kendilerine 45 günlük süre tanınmış bir distopyaya götürüyor.Bu dünyada ilişkisi biten veya olmayan insanlar bir nevi suçlu gibiler.Bu garip kuralların işlediği dünyada bekar insanlar başka bir eş bulmaları için otellere gönderiliyorlar.45 günlük süre zarfında kendilerine bir eş bulamadıklarında ise kendi seçtikleri bir hayvana dönüşüyorlar.Bunun gibi birçok garip kuralın işlediği fantezi bir gelecek dünyası kuran Lanthimos David (Colin Farrell) karakteri üzerinden hikayesini inşa ediyor.


Kuşkusuz öncelikli olarak Yorgos Lanthimos'un bu kara mizah dozu yüksek dünyasında bulunmak ve bu dünyayı eşelemek seyirci için oldukça farklı bir deneyim.Filmin otelde geçen ilk yarısı ise seyirciye bu dünyayı keşfetmesi açısından oldukça fırsat tanıyor.Senaryonun orijinalliği Lanthimos'un günümüz dünyasının ilişkilerine dair sivri zekalı metaforları ile birleşince her dakikasından zevk aldığımız, kurcaladıkça daha çok ısındığımız bir film The Lobster.İlişkilere getirilen eleştirilerde, yalanın ve insanların partnerleri için kendilerinden büyük ödün vermelerinin altı çiziliyor.Yanlızlık kavramına tahammülü olmayan bu dünyanın sosyolojik portresi de ince ince işleniyor.Mizahı da oyuncuların başarılı performanslarıyla beraber filme zekice yayan Lanthimos ikinci yarıda otelden çıkan karakterimizle beraber filmin eksenini biraz değiştiriyor.Belki ikinci yarıda orijinalliklerin seviyesinde bir düşüş yaşanıyor ama bu olumsuzluk filme çok irtifa kaybettirmiyor.Otel ve ormandaki farklı kuralların David'i içine düşürdüğü durumlar güzel ikilemler yaratıyor.Fakat final tüm bu sivri zeka gösterisine pek yakışmıyor.Açıkçası böyle başlayan bir filmden daha güçlü bir final bekliyor insan.En azından bilindik söylemler, ikilemler içermeyen bir final...Açıkcası Yorgos Lanthimos'un finali kafasında tam olgunlaştıramadığı hissi yaratıyor.Bu durumlar The Lobster'ı tüm kalitesine rağmen belki de bir başyapıt olmaktan kaçan bir fırsat olarak anmamıza da olanak sağlıyor.

 

 

Yorgos Lanthimos'un kamerası ve slow motion ile yaptıkları filmin kalitesine ve orijinalliğine değer katarken müzikler ile görüntü yönetmeni Thimios Bakatakis'in renklerinin atmosfere katkısı büyük.Kadroda başta Colin Farrell olmak üzere oyuncuların bu garip dünyanın garip karakterlerinin altından başarıyla kalkması filmin güçlü yanlarından biri.Colin Farrell bitkin bakışları ve konuşmasıyla kariyerinin en iyi performanslarından birine imza atıyor.Zaten en iyi performansını verdiği In Bruges'da da oyuncunun kara komediye yatkınlığına şahit olmuştuk.The Lobster'da da karaktere tam oturuyor ve neredeyse aksamıyor.

 

The Lobster; izlerken zeki mizahla dolu yeni bir dünyanın keşfiyle bizi etkileyen, bittikten sonra da bize kendi dünyamızla karşılaştırıp tekrar tekrar eşeleyebileceğimiz bir dünya bırakıyor.Yorgos Lanthimos belki bir süre daha aklında pişse başyapıt olabilecek bir film yapma fırsatını kaçırıyor ama final hariç geri kalanıyla orijinal senaryonun tanımını yaparak kaliteli bir filme imza atıyor.


PUAN:7.7   NOT:B+




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder